2017-2018 Eğitim- Öğretim Yılının 1. Yarıyıl Dönemi 19 Ocak 2018’de tamamlandı. Birinci yarıyıl dönemi ile ilgili hazırladığı değerlendirme raporunda oldukça çarpıcı konulara dikkat çeken Eğitim Sen ( Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası) “Toplum olarak duyarlı olmak zorundayız, 15 Temmuz darbe girişimi yaşanmışlığı var!” diyor.
2017- 2018 Eğitim –Öğretim yılının ilk yarısının değerlendirildiği raporda; eğitimin devam edegelen temel sorunlarına dönük çözüm politikaları geliştirilmediğine vurgu yapan Eğitim Sen; 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında başlatılan hukuksuz ihraçlar, sendikal eylemler gerekçe gösterilerek yapılan sürgünler, nedenli –nedensiz açılan soruşturmalarla oluşturulan baskılar artarak devam etmektedir.
15 Temmuz darbe girişimi sonrasında kamuda yaşanan ihraçların yüzde otuz beşinin eğitim ve yükseköğretim alanında olması; kamudan ihraç edilen toplam eğitimci sayısının, darbeye karıştığı iddiasıyla ihraç edilen toplam asker ve polis sayısından fazla olması bir tesadüf olamaz; burada niyet başkadır, hedef başkadır diyor, Eğitim Sen…
Daha önce çok uyardık. Yazılı, sözlü basın açıklamaları yaptık. Meydanlarda sık sık dile getirdik “ Eğitimde bir cemaat yapılanması oluşturulmaya çalışıyor, okullar bilimsel, laik eğitimden uzaklaştırılmak isteniyor” dedik, dedik ama kimseye laf anlatamadık. Bizzat cemaatin kendisi tarafından hedef alındık. Çeşitli yalanlarla, iftiralarla hatta kumpaslarla mağduriyetler yaşatıldık.
Şimdi daha da kötü durumdayız. 15 Temmuz darbe girişimi öncesinde eğitim sistemini bir cemaat kontrol etmeye çalışıyor, sınırlı etkinliklerde bulunuluyordu. Oysa şimdi, eğitim kurumlarımız onlarca dernek, cemaat, vakıf tarafından kuşatılmış durumda. Siyasal iktidara yakın duran ne kadar dernek, vakıf, cemaat var ise okullarda cirit atıyor.
Düşünebiliyor musunuz? Çocuklar bahçede oyun oynarken bir bakıyorsunuz mikrofondan mevlit okunuyor, şerbet dağıtılıyor ya da Kur’an’ı Kerim okunmaya başlanıyor bir anda… Böyle bir şey olabilir mi? Her şeyin yeri ve zamanı vardır, konu inanç ya da ibadet sınırlarını çoktan aşmış, tamamen suiistimale dönüşmüş durumdadır, diyor Eğitim Sen…
Eğitim Sen’in 2017-2018 Eğitim –Öğretim Yılı 1. Yarıyıl Değerlendirme Raporunda yer alan “Eğitim Sistemimiz Milli Eğitim Bakanlığı-Diyanet- Dini Vakıf ve Derneklerin Kuşatması Altında” başlıklı raporunda yer alan iddialarıyla ilgili Eğitim Sen Adana Şube Başkanı Seçil Sönmez ile görüştük. Konuyla ilgili düşüncelerini sorduk, durum gerçekten bu kadar kötü mü öğrenmek istedik?
Bakın nasıl anlatıyor Seçil Sönmez?
Seçil Sönmez: Biz çocuklarımızı ve ülkemizi seviyoruz. Onların geleceğini düşünüyor endişeleniyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti çok özel bir devlet, bağımsızlık savaşıyla, kuruluşuyla dünyaya örnek olmuş, vatandaşı olmaktan son derece mutlu ve gururlu olduğum bir devlet. Ancak iç ve dış hayranları olduğu gibi iç ve dış düşmanları da bolca olan bir devlet. Onu korumak ve kollamak, kurucu değerlerine sahip çıkmak en başta biz eğitimcilerin görevidir. Endişelerimiz bunun içindir. Bir ülkenin geleceği eğitim sistemine bağlıdır. Bilimsel, laik eğitimden uzaklaştıkça çağdaş dünyadan, modern dünyadan uzaklaşır.
Bugün eğitim sistemimiz böyle bir tehlike ile karşı karşıyadır. Geçmişte buna benzer tehlikeleri görüp, ilgili yerleri uyardığımızda hedef tahtasına konulan bizler olduk. Çeşitli yalanlarla, iftiralarla ihraçlara uğradık. Hatta tutuklanan, kurşunlanan arkadaşlarımız oldu; ancak biz yılmadık, çizgimizden sapmadık. Her zaman, her koşulda laik, bilimsel eğitime sahip çıktık, çıkmaya da devam edeceğiz. Tıpkı laik, demokratik, Atatürk cumhuriyetine sahip çıktığımız gibi… Aydınlık, çağdaş, laik bir Türkiye için çağdaş, laik, bilimsel eğitim olmazsa olmazımızdır.
Çok açık ve net uyarıyoruz; eğitim kurumlarında dinselleşme politikaları hükümet eliyle artarak sürdürülüyor. Geçtiğimiz günlerde Resmi Gazete ’de yayınlanarak yürürlüğe giren Milli Eğitim Bakanlığı “ Kurum Açma, Kapatma ve Ad Verme Yönetmeliğine “ bir bakın. Yeni açılacak bütün eğitim kurumlarına abdesthane ve mescit açmak zorunludur diyor. Yani abdesthane ve mescit bütün eğitim kurumlarında zorunlu hale getiriliyor.
Deniliyor ki; ibadet ihtiyacı için doğal aydınlatmalı, uygun mekânda, kadın ve erkek için ayrı ayrı mescit açılacaktır. Türkiye gibi farklı kimlik ve inanç yapısına sahip olan bir ülkede, bütün eğitim kurumlarında mescit açılmasının zorunlu hale getirilmesi, eğitimin ve toplumsal yaşamın dini kurallara göre düzenlenmesi çabası değil midir?
Bugün eğitim sistemimizde; derslikler, kütüphaneler, laboratuvarlar, yurtlar, ulaşım sorunları, öğretmen açıkları, lojmanlar gibi çok önemli sorunlar varken, bu sorunların çözümüne dönük en küçük adımlar atılmadan; farklı inanç ve kimliklerden oluşan eğitimci ve öğrenci yapısı için mescit açılması zorunluluğu getirilmesi; din ve inanç istismarı değil midir?
Üzerine basa basa söylüyoruz; özellikle 4+4+4 uygulaması sonrasında yaygınlaşan ve eğitim sistemi üzerinden din ve inanç istismarına dayanan uygulamaların artması, okulları hızla eğitim kurumu olmaktan uzaklaştırmaktadır.
Son on yılda on binin üzerinde imam hatip lisesi açan Milli Eğitim Bakanlığının, Anadolu İmam Hatip Lisesi açılması için gereken “Elli bin “nüfus koşulunu, yerleşim birimi merkez nüfusu için “Beş bine” düşürmesi “Eğitim kurumlarının iktidar eliyle dinselleştirilmesinin kanıtı” değil mi?
Milli Eğitim Bakanlığı’nın “Eğitime yeterli bütçe sağlaması, okullara yeterli ödenek ayırması, eğitimin çözüm bekleyen acil sorunlarını çözmesi gerekirken; her ilçede imam hatip okullarının açılmasını sağlayacak düzenlemeler yapması “ Eğitimi dinselleştirilmeye dönük çabalarının “ kanıtı değil mi?
Geçmişte yaşanan örneklere bakılırsa, böylesi bir uygulamanın öğrencilere ve eğitim emekçilerine yönelik dini ve siyasi fişlemeleri, baskıcı ve ayrımcı uygulamaları getireceği görülecektir.
Milli Eğitim Bakanlığı geçmişten bugüne bilimi ve eğitim sistemini büyük ölçüde iktidarın siyasal ve ideolojik amaçlarına uygun bir içerikte biçimlendirmeye çalışmış, bunu yaparken sık sık halkın masum dini duygularını kullanarak “ İnanç istismarı” yapmıştır.
Okullarda “ Her inancın, farklı ibadet biçimi olduğu gerçeği “kabul edilmeden, fiilen tek bir dinin ve tek bir mezhebin inancı doğrultusunda abdesthane ve mescit açılması yönünde adımlar atılması “Bakanlık eliyle ayırımcılık yapılması ” değildir de nedir? Farklı inanç ve kültürlere sahip öğrenci ve eğitimcilerin olduğu okullarda sonuçları tahmin dahi edilemeyecek düzeyde tehlikeler oluşturabilecek bu tür uygulamaları kabul edebilmek mümkün müdür?
Toplumda ve okullarda farklı din ve inançtan, farklı kültürlerden insanların tamamının eşit koşullarda yaşamak, aynı haklardan faydalanmak ve aynı kurallara uymak zorunluluğu vardır. Gerçek anlamda laiklik; devletin bütün inançlara karşı tarafsız ve eşit mesafede olmasını gerektirir. Farklı inanış ve farklı dinlere eşit davranılması laik devletin zorunluluğudur. Bir toplum ancak o zaman huzur bulur.
Metin Kala: Milli Eğitim Bakanlığının Diyanet, Dini Vakıf ve Derneklerle ne tür ilişkileri var?
Seçil Sönmez: Milli Eğitim Bakanlığı, yapılan yönetmelik değişiklikleri üzerinden dini vakıf ve derneklerle ortak protokoller imzalayarak, dini vakıfların devlet okullarında başta “Değerler eğitimi” olmak üzere dini içerikli ders ve seminerler vermesini, kendi yayınlarını dağıtabilmesini ve öğrencilerin kendi kurumlarında stajyer olarak eğitilebilmesini sağlamıştır. Ne yazık ki; geçmişte yapılan yanlışlar günümüzde de artarak sürdürülmekte, dini cemaatler eğitim sistemine entegre edilerek “ Paralel” eğitim uygulamaları hayata geçirilmekte, cemaatlerin okullar, yurtlar, kreşler ve Kur’an kursları açmaları teşvik edilmektedir.
Metin Kala: “Dini dernek ve vakıfların okullarda ders ve seminerler vermesi, kendi yayınlarını dağıtması sağlanmaktadır” dediniz. Peki, bu dini vakıf, dernek, cemaat vs. okullarda ders ya da seminer verecek kişileri nasıl belirliyor? Okulun ya da Milli Eğitim Müdürlüğünün veya Milli Eğitim Bakanlığının bu konuda denetimleri var mı? Bu kişilerin ders ya da seminer verecek oldukları konularda eğitimleri, eğitimlerinde yeterlilikleri var mı? Öğrencilere dağıtacak oldukları yayınlar denetimden geçiyor mu?
Seçil Sönmez: İşte asıl sorun burada başlıyor zaten. Hiç birinin, hiçbir şekilde denetimi yok. Ne seminer ya da ders verecek kişinin, ne de dağıtılan yayınların denetimi yok. Milli Eğitim Bakanlığının protokol imzalaması yeterli. Dernek, vakıf ya da cemaatin görevlendirdiği birisi ders veriyor, seminer düzenliyor, yayınlarını dağıtıyor. Biz Eğitim Sen olarak en büyük tepkimizi burada ortaya koyuyoruz. Din eğitimi sadece din derslerinde ve din öğretmenleri tarafından verilmelidir. Herhangi bir vakıf, dernek ya da cemaat üyesi tarafından verilen dersler ya da dağıtılan yayınlar ne kadar sağlıklı, ne kadar doğru, ne kadar gerçekçi olabilir?
Metin Kala: Anladığım kadarıyla Eğitim Sen olarak sizler din eğitimine değil, dayatmacı ve kontrolsüz eğitime karşısınız. Dinin, inançların istismar edilmesine karşınız. Din eğitiminin siyasal çıkarlar adına kullanılmasına karşınız, öyle mi?
Seçil Sönmez: Elbette ki… Biz hiçbir zaman din eğitimine karşı çıkmadık. Biz dayatmacı din eğitimi anlayışına karşı çıktık. Biz din eğitimine değil, eğitimin dinselleştirilmesine karşı çıktık. Dinin ehil olmayan kişiler tarafından siyasal istismar aracı olarak kullanılmasına karşı çıktık. Devletin tek bir din, inanç ya da mezhebin yanındaymış görüntüsü vermesine karşı çıktık.
Devletin inanç alanına girerek, şu ya da bu biçimde belli bir dinin ya da inancın veya mezhebin savunucusu ve destekçisi durumuna getirilmek istenmesine karşı çıktık; çıkmaya da devam edeceğiz.
Metin Kala: Peki, sizce eğitim sisteminin öncelikli sorunları nedir, nasıl çözülmelidir, okullarda din eğitimi nasıl verilmelidir ya da verilmeli midir?
Seçil Sönmez: Kamuda ve eğitimde siyasi ve idari kararlarla hayata geçirilen hukuksuz ihraçlar ve açığa almalar, sendikal faaliyetlerden zorlama yorumlarla suç üretme çabaları, sözleşmeli öğretmen istihdam edilerek esnek, güvencesiz ve angarya işlerde çalışmaya zorlanma, siyasal kadrolaşmaların artması eğitimin ve eğitimcilerin öncelikli sorunları arasında yer almaktadır. Ve tabii ki atanamayan öğretmenler. Farklı dil ve kimliklerin dışlanması o kadar çok sorun var ki…
Okulların eğitim kurumu olmaktan adım adım uzaklaştırılması, öğrencilerin yarış atı gibi sınavdan sınava koşturulması, yetersiz derslikler, laboratuvarlar, kütüphaneler, yurtlar, eğitimciler için lojmanlar, kırsalda öğrencinin-öğretmenin okul ulaşımı liste uzayıp gidiyor.
Evet, eğitimin sorunları oldukça fazla; ancak çözülemeyecek sorun olmadığı da bilinmelidir. Bunun için öncelikle çözüm odaklı düşünmek, tüm toplumun ve öğrencilerin geleceğini doğrudan olumsuz etkileyecek politika ve uygulamalardan vazgeçmek gerekir.
Eğitim sistemi yeniden düzenlenmeli, hiçbir öğrencinin not ya da sınav baskısı altında olmadan, kendi ilgi ve yetenekleri doğrultusunda, hangi alanda okuyacağına kendisinin karar vereceği bir eğitim sistemi oluşturulmalıdır.
Okul öncesi eğitimden başlayarak eğitim yatırımlarına; ders kitaplarının hazırlanmasından, eğitim yöneticilerinin belirlenmesine; sınıf mevcutlarından, eğitimin laik, bilimsel ilkeler doğrultusunda verilmesine; demokratik ve kamusal yönünün geliştirilmesine özen gösterilmelidir.
Derslik, okul, öğretmen açıklarından eğitimin genel bütçe içindeki payına kadar, eğitimin hemen her alanında köklü bir değişime gidilmelidir. Kamusal, parasız, demokratik, nitelikli, bilimsel ve anadilinde eğitimin önündeki engeller kaldırılmalı eğitimde ticarileştirme ve eğitimi dinselleştirme adımları derhal durdurulmalıdır.
Bizler Eğitim Sen olarak her zaman laik, demokratik, hukuk düzeninin, bilimsel, çağdaş, modern eğitim siteminin savunucusu olduk, olmaya devam edeceğiz. Yanlışı gördüğümüz her yerde uyarılarımızı yaptık. Tehlikeyi gördüğümüz her yerde kendimizi siper ettik. Bizler eğitimciyiz. Görevimiz bu. Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün sözünü hatırlayalım” Cumhuriyet sizden “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesiller ister. ” İşte biz eğitimciler bunu başarmak istiyoruz; Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller yetiştirmek istiyoruz. Bu ancak demokratik, laik, bilimsel eğitim ile olur. Eğitim ve bilim emekçilerinin, öğrenci ve velilerle birlikte kamusal, bilimsel, demokratik, laik ve anadilinde eğitim hakkı için mücadelemizi tüm emek ve demokrasi güçleri ile birlikte sürdüreceğimizi bir kez daha kararlılıkla ifade ediyoruz.
Metin Kala: Seçil Hanım sizleri yürekten kutluyor, mücadelenizde başarılar diliyorum. Sizler gibi eğitimcilerin varlığı bu ülkenin; yani laik, demokratik, cumhuriyetin teminatı, bilimsel eğitimin güvencesidir. Teşekkürler. İyi ki varsınız; Eğitim Sen. İyi ki varsınız Seçil Hanım.
30 Ocak 2018
Çukurova Barış Gazetesi